Oğuz Atay-Korkuyu Beklerken
Bazı kitaplar vardır soluksuzca, bir
çırpıda okur bitirirsin. Tekrar tekrar geri dönüp içinde kaybolmak istersin.
Kahramanlardan biri olursun adeta. Onunla oturur, onunla kalkarsın. Etkisinden
kolay kolay kurtulamazsın. ‘’Korkuyu Beklerken’’ senin için bu kitaplardan biri
olmamış/olmayacaksa şayet henüz okumanın vakti gelmemiş demektir. Bence sabırla
beklemelisin.
Kolay değildir bir Oğuz Atay okuyucusu
olmak. Onun o mükemmel psikolojik tahlillerini özümseyebilmek, çelişkiler
içinde bocalayan karakterlerini anlayabilmek emek ister. İşte ‘’Korkuyu
Beklerken’’ o harikulade eserlerden yalnızca biri. Atay’ın her biri birbirinden
anlamlı 8 hikayesini barındıran müthiş eseri. Hikayelerin başlıkları şunlar:
- Beyaz mantolu adam
- Unutulan
- Korkuyu Beklerken
- Bir mektup
- Ne evet ne hayır
- Tahta at
- Babama mektup
- Demiryolu hikayecileri- bir rüya
Beni
en çok etkileyen hikayeler ‘’Unutulan’’ ve ‘’Korkuyu Beklerken’’ oldu.
Hikayelerin her biri o kadar güzel ki hepsinden bahsetmek istiyorum aslında
sizlere. Ancak öncelikli amacım sizde merak uyandırabilmek. :) Kitapla aynı ismi
taşıyan ‘’Korkuyu Beklerken’’ hikayesinden bahsetmekle yetineceğim.
Kahramanımız lise mezunu bir adam. Şehirden oldukça uzak bir yerde, bir başına,
tekdüze bir hayat yaşamaktadır. Bu sıradan yaşamını sürdürürken bir gün evinde
dilini ve anlamını bir türlü idrak edemediği bir mektup bulur. Mektubun altında
UBOR-METENGA yazmaktadır. Yabancı dil öğrenmeye hevesli bu adam bir türlü bunu
başaramamıştır. Bu nedenle mektubu ölü diller uzmanı olan bir arkadaşına
götürür. Arkadaşı ona mektubun gizli bir mezhep tarafından yazıldığını ve evden
çıkmaması gerektiğini söyler. Açlıktan ölmek pahasına o evden çıkmaz. Sürekli
kendisiyle konuşmaktadır. Koca bir yalnızlığa sürüklenmek üzereyken
motosikletli bir market çırağı onu bu yalnızlıktan kurtarır. Çırak düzenli
olarak onun siparişlerini getirmeye başlar ve iletişim kurduğu tek insan olur.
Sonra bir gün kapı çalar, gelen banka görevlileridir. Bankadaki hesabına büyük
bir ikramiye çıktığını söylerler. Tam evini yakmaya karar vermişken gizli
mezhep üyelerinin yakalandığını öğrenir. Evden ayrılır ve halası mı yoksa
teyzesi mi olduğunu bilmediği akrabasının evine gider. İlginçtir ki kendini
üstün hissettiği tek yer burasıdır. Artık evlenmek, bir düzen kurmak yani
içinde bulunduğu yalnızlıktan kurtulmak istemektedir. Teyzesinin(veya halası)
bulduğu bir kızla görüşür, onunla yemeğe çıkar, sevmediği halde onu öper ancak
tüm bunlar ona çok saçma gelmektedir. Etrafındaki insanların mutlu olduğunu
görür. O, bu denli korku içinde yaşarken insanların bu anlamsız mutluluğunu bir
türlü hazmedemez. Bu insanlara kendisine yapıldığı gibi tehdit mektupları
yazmaya başlar. Ancak tuhaf bir şekilde insanlar yaşamlarını sürdürmeye devam
etmektedir. Korkmamış ve eve kapanmamışlardır. Bunun üzerine karakolu arar ve
kendisini ihbar eder. Hikaye, ifadesinde mezhebin kendisine yolladığı mektubu
tekrar edişiyle biter.
Öykü, böylesi bir tehditle ve korku
içerisinde yaşam mücadelesi veren bir insanın monologlarını, iç sesiyle olan
mücadelesini, yaşadıklarının ağır bir travmaya sebep olduğunu ve bu insanın
nasıl bir yalnızlığın ve dışlanmışlığın içerisine sürüklediğini gözler önüne
sermektedir. Kanaatimce başkalarına göre basit ve aykırı görünen bu insan
aslında hiçbir zaman herkes gibi olamamıştır. Daima korkuya ev sahipliği yapan
bir profil çizmiştir. Diğer hikayelerde olduğu gibi bu hikaye de eksik gelir
sanki insana. Tamamlamak size kalmış. Benim hayal dünyam kahramanımızın bundan
sonra bir normalleşme sürecine gireceğini kurguluyor. :)
Beğendiğim cümlelerden alıntılar:
‘’Hayır, gerçekten ölmedi; çünkü
ben yaşayamazdım ölseydi. Bunu biliyordu. Bu kadar yakınımda olduğunu
bilmiyordum ama, sen bir yerde var olursan yaşayabilirim ancak demiştim. Bunu
kavgadan çok önce söylemiştim ama, çatışmamızın hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini
biliyordu. Sonra, onu bir süre görmek istemediğim halde, onun orada olduğunu
bildiğim halde, tavan arasına bir türlü çıkamadığım halde onu düşündüğümü, onsuz
yaşayamayacağımı biliyordu. Sonra neden aramadım? Bir türlü fırsat olmadı; her
an onu düşündüğüm halde hep bir engel çıktı… Gelenler, gidenler, geçim
sıkıntısı, yemek, bulaşık, evin temizliği, ‘onun’ bakımı, babamla annemin
ölümü, bir şeyler yapma telaşı, önümde hep yapılması gereken işlerin yığılması.
Orada, tavan arasında olduğunu unuttum sonunda.’’
“İyi şeyler birdenbire olur; bu
kadar bekletmez insanı. Sürüncemede kalan heyecanlardan ancak kötü şeyler çıkar
ya da hiçbir şey çıkmaz.”
‘’Serbest bir meslek seçtim ve
başarıya ulaşamadım. Memur da olsaydım, başarıya ulaşamayacaktım; zaten memur
olmak, başarıya ulaşamamak demektir.’’
''Ülkeme ve insanlarına kızmaya
başladım: Kimsenin doğru dürüst okuduğu yoktu. Doğru dürüst hissetmesini bile
beceremiyorlardı. Bu yüzden insan, duyduğu şeyleri söyleyen insanların
kültürüne güvenemiyordu. Belki bu zavallılığın, bu yarım yamalaklığın, bu
gülünç durumun bile bir aslı, gerçek bir biçimi vardı.''
"Acaba ağaçtan, ottan ya da
uçamayan böceklerden filan bir yerden sevmeye başlamış mıydım? Bir yerden
sevmeye devam edebilir miydim? Çünkü sevmek, yarıda kalan bir kitaba devam
etmek gibi kolay bir iş değildi. Ya hiç sevmemişsem bugüne kadar? Bir kitaba
yeniden başlamak gibi, sevmeye yeniden başlamak pek kolay sayılmazdı
herhalde."
‘’Ama gene de ona yazmak, hep
onun için yazmak, ona durmadan anlatmak, nerede olduğumuz bildirmek istiyorum.
Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?’’
Kendisini rahmetle anıyorum...